Yirmi yıldır, Kore’den
Kanada’ya, Güney Afrika’dan Finlandiya’ya, dünyanın her köşesinden hem müşteri
hem tedarikçi edinen bir çeviri şirketinin ortağı olarak Türkçenin git gide dünyanın
en ucuz dillerinden biri haline gelmesine üzülerek tanık oldum. Özellikle son
on – on beş yıldır tüm dünyada çeviri sektöründe fiyatların her dil ve hizmet
türü için bir miktar gerilemesinin anlaşılır gerekçeleri var aslında ama
Türkçenin çeviri fiyatındaki dramatik düşüşü nasıl açıklayabiliriz?
Nitelikli emek olarak çeviri hizmeti ve emeğin cehennemi!
Hepimizin bildiği gibi
serbest piyasa koşullarında fiyatı belirleyen şey arz ve talep dengesidir. Peki,
Türkçeye talep gittikçe azaldı mı? Yoksa Türkçe çeviri tedarikçileri fazla mı
arttı? Her iki durumda da rekabet olacaktır ancak kalite ya da hizmet rekabeti
yerine fiyat rekabeti yapmakta hiçbir sakınca olmamasının nedeni nedir? Yaptığı
işe zerre kadar saygı duymayanların hesapsızca yaptıkları rekabetin sonucu nitelikli
emeğin cehennemi haline gelen Türkiye’ye hoş geldiniz.
Çeviri hizmetlerinde süreç yaklaşımı ve uluslararası kalite standartları
Arz ve talep hem nitel
hem de nicel ölçütlerle değerlendirilir, değil mi? Hizmet sektöründe, özellikle
nitelikli emek pazarında ürünün tanımlamalarında zorluklar yaşanır. Hele söz
konusu “çeviri” olduğunda ürünlerin tanımsızlığı, baş döndürücüdür. En temel ürün
adlarında bile kalın bir sis tabakası var ne yazık ki. Söz gelimi “çeviri”
nedir, başarı ölçütü ne olmalıdır, yani alıcının çevrilmiş bir metindeki kabul
şartları nelerdir? Bu özel ürünün süreçleri, kavramları dünyanın hiçbir yerinde
net değil; hatta çevri şirketleri, dernekleri, akademisyenleri arasında bile üzerinde
tamamen uzlaşılmış tanımlamalar mevcut değil. ISO 17100 kalite standardı bu
konuda önemli bir açığı kapatıyor ama yeterli mi? Çeviri hizmeti alıcılarının ISO
standartlarından haberdar olması şart mı? Her ülkede ürün ve süreç
tanımlamalarında sıkıntılar var ve hep olacak ama Türkiye’de ipin ucu çoktan
kaçmış durumda (belki de hiç yakalanamamıştı o ipin ucu).
Türkçe konuşan insanların dile ve çeviriye karşı hassasiyetleri, beklentileri!
Sokaktaki insanın, yani
sıradan vatandaşın dil ve ifade becerileri konusunda karşısındakilerden
beklentisi nedir? Türkiye’de yaşayan insanlar kitap, gazete, dergi okurken ya
da televizyon izlerken karşılaştıkları dil hatalarına nasıl tepkiler
veriyorlar. Kaçı tepki veriyor? Dilin değerini
belirleyen işte bu tepki(sizlik).
Türkiye’de alt yazılı
bir filmi izlerken farkına vardığımız ifade veya yazım yanlışlarını ya
görmezden geliyoruz ya da gülüp geçiyoruz oysa Hollanda’da alt yazılarda hata
gören izleyiciler gişeye koşup paralarını geri istiyorlar.
Kullanım kılavuzu nedir, kim okur, kim anlar… hepsi boş!
Satın aldığımız ürünlerin Türkçe kullanım kılavuzu var mı diye sormuyoruz, varsa okumuyoruz, okusak anlamıyoruz. Çünkü şöyle düşünüyoruz “kullanım kılavuzları anlaşılmak üzere yazılmazlar ki, düğme işaretlerine bakıp basacağız, çalışmazsa açar telefonu sorarız satıcıya… Naapalım yani kılavuz anlaşılmıyor diye aldığımız malı geri mi verelim, kimi, kime şikâyet edelim?” Toplumdaki dil beklentisi bu düzeyde olduğu sürece çeviri şirketleri neden daha çok kontrol noktası oluşturmaya çalışsın, neden daha iyi çevirmenlerle çalışsın, neden daha çok emek ve para harcasın ki! Birkaç “işgüzar” müşteri dışında dil ve ifade beceresinde nitelik arayan yok.
Peki, çare nedir? On
yıllardır dünyanın en kötü eğitim sistemlerinden birine maruz kalmış insanların
eğitim seviyelerini yükseltmek çevirmenlerin mi görevi? (*OECD eğitim
endeksine göre Türkiye sondan dördüncü sırada, Dilan Gözlügöl, BBC Türkçe, http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-37779042)
Sadece sınav başarı
puanlarına endekslenmiş yöntemlerle yetişen ve cahilliklerinden siyasi umar
beklenen talihsiz kuşaklar “de ayrı yazılır, virgülden önce boşluk olmaz…” diye
uyarılınca hiddetlenip “sananeya, böğlede anlaşılmıyomu!” diyebiliyor. Maalesef
tepkilerini bizim beklentimizin aksi yönünde ortaya koyuyor dil hizmetlerinin
nihai alıcılarının önemli bir kısmı. Öğretmenler itiraf ediyor: “biz Türkçe, İngilizce,
matematik, tarih, biyoloji vs. öğretmiyoruz, bu derslerin sınavından nasıl
yüksek puan alınabileceğini öğretiyoruz. Sizin çocuklar gerekirse sonra bunları
öğrenirler. Önce üniversiteye bir kapak atsınlar da… Bizim bir şeyler öğretmeye
ayıracak zamanımız yok, çünkü sınav sonuçlarındaki başarı oranımız okulumuzun
gelecek yılki değerini belirleyecek.”
Eğitim çevirmenlerin ya da çeviri şirketlerinin işi mi? Eğitimden kim sorumlu?!
Önümüzde kuşaklar boyu
iyileştirilmesi gereken bir eğitim sorunu var ve maalesef bu çevirmenlerin ya
da çeviri örgütlerinin gücünü aşar. Yapabileceklerimiz şimdilik şunlar:
Toplumdaki dil düzeyi beklentisini artırmak, farkındalık yaratmak, bu konuda
çalışanları desteklemek ve rekabet ederken kendi saygınlığımızı düşünmesek bile
yaptığımız işin saygınlığını düşünmek.
Mete Özel
Not: Bu yazı 2020’de Çevirilopedi, Çevirmenin
Ansiklopedisi, Çeviri Kitabı 2. Bölüm adlı yayının 72. Sayfasında
yayınlanmıştı. Bu yazının güncelliğini hala koruduğunu düşündüğümüzden blog
sayfalarımızda da ufak birkaç değişiklikle yeniden yayımlanmasını uygun gördük.
Yorumlar kapalı